12 Şubat 2010 Cuma

RE- writing


Nereden, nasıl başlasam bilemedim şimdi. Çetrefilli de değil o kadar. Girişi, gelişmesi, bitişi olan bir hikâye; ama bendeki de nasıl bir şuursuzluksa, tekrar okumak, anlamadığım kelimelerin anlamlarını çıkarmak, beğendiğim paragrafları küçük defterime not almak istiyorum. Olmuyor. Olamıyor. Sadece tek kopya olan bu metin, sakıncalı olduğu gerekçesiyle yasaklanıyor; yakılıyor. Yakılıyor ki onu bir daha bulamayayım. Aramak gafletine düşmeyeyim. Sadece aklımda kalan kurgusuyla, araya sıkışan bir iki güzel cümlesi ve sonradan çarpan sonuyla yaşamıma devam edeyim. Ediyorum da zaten, orada bir sıkıntı yok. Sonuçta bu hikâyeyi hatırlayabilmek, okurken yaşadıklarımı, bana öğrettiklerini zihnimde hep tutabilmeyi istemek, “Neden şurasında şöyle demişti bu?” sorusunu sorup, cevabını da çok fazla aramamak, hikâyenin kendisinden daha olağanüstü birşey gibi sanki. Sıkıntı, yağan karı izleyip, “Acaba şimdi kartopu oynuyor mudur?” diye, gayet saçma bir şey düşünürken, Bülent Ortaçgil’in “Sana Geldim” demeye başlamasında… O zaman soru şuna dönüşüyor: “Cebimde yeni bir şey var mı diye kalkıp, bana gelecek misin?”
Aslında, olan bitenin ardından bakakalmak çok da mantıklı değil biraz düşününce… Biraz derken, uzunca bir süre düşündükten sonra “Biraz düşününce…” diyebiliyorsun. Günler, geceler, mevsimler geçiyor. Bu arada Mevsimler Geçerken diye bir şarkı var; Umut Kaya söylüyor; işte şarkıdaki o temmuz ayı bile gelip geçiyor, çok istesen de yanında kimse olmuyor o sırada. Yalnız temmuzda kar yağsa ne acayip olur değil mi?

Acayip: Sağduyuya, göreneğe, olağana aykırı, garip, tuhaf, yadırganan, yabansı.
Oysa her acayip şey, bir süre sonra normal hale gelebilir de. Mesela temmuzda kar yağarsa ve bir hafta sürerse, hafta sonu kimse onu yadırgamaz; herkes paltosunu giyer, eldiven takıp, kartopu oynar.

İşte aynı şey… Bir hikâyenin sonu önce çok acayip gelirken, biraz düşündükten sonra normal de gelebiliyor galiba?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder