31 Ekim 2009 Cumartesi

Boş Sandalyeler


Hep bir acele, telaş içinde koşturan insanlara “Ben müsaitim buyurun dinlenin,” derken, arkalarından bakakalan sandalyelerdir… Fahişe gibidirler çoğunlukla; zira işini bitiren gider, yerine yenisi gelir; sıkıntısını, yorgunluğu atar üzerinden gider. Sonra bir başkası..
Kimi zaman kışın habercisidir boş sandalyeler… Yazın o güzel sıcağında çay bahçesinde sevgilinizi öptüğünüze şahit olurlar; eylül geldiğinde ise “Ayrı dünyaların insanlarıyız,” demenize…
En kral eğlencenin habercisi olurlar bazen de… Fasılın en güzel yerinde kalkıp oynamak , konserin en solo kısmında “Göremiyorum ki,” diye ayaklanmak, “Eller havaya hop!” dendiğinde sandalyeden kalkıp da, zıplayıp hoplamak ne güzel şeydir...
Yalnızlık alametidir çoğu zaman. Sol cenah boş kaldığında, ağlayıp da elinizi, başınızı nereye yaslayacağınızı bilemediğinizde kolçak krizini önler boş sandalyeler…
Bir varmış bir yokmuş…
Herkesin acelesinin olduğu, koşturup durduğu ve saatin en önemli kavram olduğu kocaman kentlerde, o acelecilerle birlikte yaşayan boş sandalyeler varmış. Restoranlarda, fuayelerde, sergi salonlarında dururlarmış. Ve beklerlermiş günlerce, aylarca, yıllarca…
Bir varmış bir yokmuş…
Kederliymiş hepsi, sarhoşmuş…
Bir varmış bir yokmuş…
Çok yalnızmış hepsi, boşmuş…